Designed by Freepik
Hekimlik Meslek Etiği Kuralları (HMEK), Hekimliğin Kötü Uygulanması, m.13: Bilgisizlik, deneyimsizlik ya da ilgisizlik sebebiyle bir hastanın zarar görmesi, “hekimliğin kötü uygulaması” şeklinde ifade edilmiştir.
Hasta Hakları Yönetmeliği, Bilgilendirmenin Kapsamı m.15: Hastaya: Hastalığın muhtemel sebepleri ve nasıl seyredeceği, Tıbbi müdahalenin kim tarafından nerede, ne şekilde ve nasıl yapılacağı ile tahmini süresi, Diğer tanı ve tedavi seçenekleri ve bu seçeneklerin getireceği fayda ve riskler ile hastanın sağlığı üzerindeki muhtemel etkileri, Muhtemel komplikasyonları, Reddetme durumunda ortaya çıkabilecek muhtemel fayda ve riskleri, Kullanılacak ilaçların önemli özellikleri, Sağlığı için kritik olan yaşam tarzı önerileri, Gerektiğinde aynı konuda tıbbî yardıma nasıl ulaşabileceği hususlarında bilgi verilir.
Hukuki Niteliği: Hekimin “tıbbi kötü uygulama” kapsamında değerlendirilen davranışları kusura dayalı sözleşme sorumluluğunu meydana getirecektir. Sözleşme sorumluluğunun doğması için aranan şartlar ise borcun ihlal edilmesi, kusur, zarar ve illiyet bağıdır. Burada borcun ihlal edilmesi, sözleşmede bulunan borç yükümlülüklerinin borçlunun kusurlu davranışı nedeniyle ihlal edilmesi anlamına gelmektedir. Borcun ihlalinin sözleşme sorumluluğundaki karşılığı sözleşmenin ihlali şeklinde karşımıza çıkar ki bu da sözleşmeden kaynaklanan yükümlülüklerin ihlali anlamına gelir.
Yargıtay, hasta-hekim arasındaki ilişkiden doğan uyuşmazlıkları vekalet ilişkisi çerçevesinde değerlendirmektedir. Ancak hasta-hekim arasındaki ilişki her zaman vekalet ilişkisi niteliğinde olmamakla birlikte, ilişkinin niteliği ve tabi olacağı hükümler birçok etkene göre de değişiklik gösterebilmektedir. Hekim hasta ilişkisinin somut olayın özelliğine göre vekaletsiz iş görme, eser sözleşmesi ve haksız fiil hükümlerine tabi olabilir. Benzer şekilde hasta-hastane ilişkisinde de hastanenin özel ve kamu hastanesi olup olmadığı, hastaneye kabul sözleşmesinin tam veya bölünmüş sözleşme niteliğinde olup olmaması somut olayın tabi olacağı usul ve esasları doğrudan etkilemektedir. Dolayısıyla taraflar arasındaki ilişkinin hukuki niteliği, ortaya çıkacak hukuki neticeyi tayin etmektedir.
Aydınlatma Yükümlülüğü: İlk dayanağını Anayasa m.17 oluşturmaktadır. “Tıbbi zorunluluklar ve kanunda yazılı haller dışında kişinin rızası olmaksızın bilimsel ve tıbbi deneylere tabi tutulamayacağı” belirtilmiştir. Bunun dışında Hasta Hakları Yönetmeliğinin (HHY), Bilgilendirmenin Kapsamı başlıklı m.15’in yanında ayrıca Hekimlik Meslek Etiği Kuralları m. 26’da aydınlatma yükümlülüğü belirtilmiş ve alınan onamın, “baskı, tehdit, eksik aydınlatma ya da kandırma yoluyla alındıysa geçersiz” olduğu belirtilmiştir. HHY m.15/ç bendinde de muhtemel komplikasyonların da aydınlatma yükümlülüğü kapsamına olduğu görülmektedir. Avrupa Konseyi İnsan Hakları ve Biyotıp Sözleşmesi m.5’de “Sağlık alanındaki herhangi bir müdahale ancak söz konusu kimse yapılacak müdahalenin amacı, niteliği, sonuçları ve tehlikeleri hakkında uygun bir şekilde bilgilendirilmiş şekilde ve özgürce muvafakat ettiğinde gerçekleşebilir.” Dolayısıyla, rızasının hukuken geçerli kabul edilebilmesi için tıbbi müdahale esnasında veya sonrasında oluşması muhtemel risklerin anlaşılır biçimde hastaya izah edilmiş olması ve hastanın teşhis veya tedavi bakımından mevcut durumu ve olası riskleri kavramış olmalıdır.
Yargıtay bir kararında: “Davacı tarafından … tarihinde imzalanan “Bilgilendirilmiş Onam” belgesinde işlemin tıbbi sonuçlarının ve olası komplikasyonlarının anlatıldığı ve davacının bu işleme rıza gösterdiği yazılı ise de bu rızanın az yukarıda vurgulandığı üzere aydınlatılmış rıza olması gerekir.” şeklinde ifade edilmiştir. Yine Yargıtay bir başka kararında: “… davacıya yapılan ameliyat sonucunda oluşabilecek olası komplikasyonların anlatıldığına ve davacının bu işleme rıza gösterdiğine dair aydınlatılmış onam alındığına dair bir belge sunmamışlardır. … aydınlatma yükümlülüğünün yerine getirilmemiş oluşu, yapılan müdahaleyi hukuka aykırı hale getirdiğinden, davalıların manevi tazminat dışında maddi tazminattan da sorumlu olduklarının kabulü gerekir.” şeklinde olası komplikasyonların da aydınlatma yükümlülüğüne dahil olduğunu açıkça belirtilmiştir. Bir başka kararında ise matbu yapılan aydınlatma formları ile ilgili olarak, gerçekleştirilecek tıbbi müdahale ile ilgili sonuçlar ve komplikasyonlar hakkında ilgili kişinin yeterli derecede aydınlatılmadığı hususunun hekim tarafından ispat edilemediğini, hastaya imzalatılan formun daha önceden hazırlanmış matbu evrak niteliğinde olduğunu ve söz konusu tıbbi müdahale ile ilgili bilgilendirme içermediğini belirterek aydınlatmanın daha önce hazırlanmış form veya evraklar ile değil, kişiye özel olarak yapılması gerektiğinin altını çizmiştir.
Aydınlatma Yükümlüsü: HHY m.18/2-3’e göre; Hasta, tıbbi müdahaleyi gerçekleştirecek sağlık meslek mensubu tarafından tıbbi müdahale konusunda sözlü olarak bilgilendirilir. Bilgilendirme ve tıbbi müdahaleyi yapacak sağlık meslek mensubunun farklı olmasını zorunlu kılan durumlarda, bu duruma ilişkin hastaya açıklama yapılmak suretiyle bilgilendirme yeterliliğine sahip başka bir sağlık meslek mensubu tarafından bilgilendirme yapılabilir. Hastanın kendisinin bilgilendirilmesi esastır. Hastanın, kendisi yerine bir başkasının bilgilendirilmesini talep etmesi halinde, bu talep kişinin imzası ile yazılı olarak kayıt altına alınmak kaydıyla sadece bilgilendirilmesi istenilen kişilere bilgi verilir. Yargıtay’ın bir kararında; “Hasta, tedavisini üstlenen meslek mensubu doktorundan tedavisinin bütün aşamalarında mesleğin gerektirdiği titiz bir ihtimam ve dikkati göstermesini, beden ve ruh sağlığı ile ilgili tehlikelerden kendisini bilgilendirmesini güven içinde beklemek hakkına sahiptir.” ifadelerine yer verilerek, aydınlatma yükümlüsünün hekim olduğu açıkça ifade edilmiştir. Aydınlatma yükümlülüğü;
- Tedavi aydınlatması; Hastayı tıbbi müdahalenin neden gerekli olduğu hususunda bilgilendirmek ve tedavinin başarısı veya sağlığına yönelik tehlikelerin önlenmesi için uyması gereken davranış şekillerine konusunda uyarılmasıdır. (Hastalığın muhtemel sebepleri ve nasıl seyredeceği vb.)
- Karar aydınlatması; Hastanın kendi kaderini bilerek ve isteyerek belirlemesine olanak tanımak için gereken bilgilendirmedir.
- Risk Aydınlatması: Tıbbi müdahalenin hatasız ve hukuka uygun olarak yapılsa dahi, tıbbi müdahale neticesinde meydana gelmesi muhtemel yan etkiler konusunda hastanın bilgilendirilmesidir. Yargıtay; “Yüzündeki çizgi ve kırışıklıkların giderilmesi amacıyla yüzüne dolgu malzemesi enjekte edilen, sonrasında ise bu müdahaleden kaynaklı olarak yüzünde gözle görülür hasarlar oluşan hasta” hakkındaki kararında açıkça her maddenin alerjik reaksiyonlara sebebiyet verebileceğinden bahisle hekimin aydınlatılmış rıza alıp almadığı ve bu rızanın komplikasyonları da kapsadığı vurgulanmaktadır. Bu noktada hastanın yüzüne enjekte edilecek malzeme/madde hakkında hastanın aydınlatılması gerekmektedir. Aksi takdirde karara konu olayda olduğu gibi hasta, ortaya çıkan komplikasyon bakımından bilgilendirilmemiş kabul edilecek, hekimin sorumluluğuna gidilecektir.
- Ekonomik aydınlatma; Hastanın tedavi seçeneklerinden hangisini seçtiğinde ekonomik karşılığının ne kadar olacağı noktasında bilgilendirilmesidir. Ekonomik olarak üstlenebileceği tedavi seçeneğine yönelmesi imkanı da tanınmış olur.
Özenli Tıbbi Müdahale: Özen gösterme yükümlülüğü kapsamında, hekimden, aynı hal ve şartlar altında bulunan ortalama bir hekimin göstereceği özen beklenmektedir. Hekimin göstermekle yükümlü olduğu özen tespit edilirken subjektif ve bireysel özellikleri dikkate alınmayıp, hekimin uzmanlık alanında geliştirilmiş kurallar dikkate alınır. Yargıtay, hekimin tıbbı uygularken hastanın sağlığını sağlayabilmek amacıyla faaliyet gösterdiğini, bu faaliyetler esnasında (Teşhis, ilaç verilmesi yahut cerrahi müdahale, vb.) tıp biliminin verilerinin eksik- hatalı uygulanması halinde hekimin mesleki kusurunun gündeme geleceği ve bu hukuka aykırılık teşkil eden eylem nedeni ile hekimin sorumluluğunun söz konusu olacağı ifade edilmiş ve kararın devamında; “hastanın tıbbi müdahaleye rıza göstermiş olmasının veya hekim ile aralarında sözleşme ilişkisi bulunmasının hekimin sorumluluğunu etkilemeyeceği, zira rızanın veya zorunluluk hallerinin hekimin tüm eylemlerini meşru kılmasının kabul edilemeyeceği, hekimin sorumsuzluktan yararlanabilmesinin ancak tıp biliminin gereklerine ve sınırlarına uygun olarak faaliyet göstermiş olmasına bağlı” olduğu ifade edilmiştir. Dolayısıyla hukuka uygunluk ve tıp biliminin gerektirdiği koşullara uygun davranan hekim, davranışı sonucu meydana gelen zarardan sorumlu olmayacaktır. Ancak hekimin mesleki bilgisinin tüm gerekliliklerini yerine getirdiğini ve kusurunun bulunmadığını ispatlamakla yükümlü olduğu da unutulmamalıdır.
Malpraktis: “Hekimliğin kötü uygulanması, Tıbbi kötü uygulama, Uygulama hatası, Tıpta yanlış uygulama” gibi çeşitli kavramlarla isimlendirilmekle birlikte en geniş olarak kabul gören ve kullanılan kavram “Tıbbi hata“dır. Bir meslek mensubunun mesleğini, toplumda mesleğin ortalama basiretli ve saygın bir mensubunun her şart altında uygulaması gereken bilgi, beceri ile uygulaması sonucu hizmetten yararlanan kimseye zarar vermesidir. Yargıtay CDGK’nun bir kararında tıbbi hata kavramı ile ilgili olarak özetle; “hekimin tıbbi müdahale esnasında tıbbi standartlara uygun müdahalede bulunmaması, bilgi veya deneyim eksikliğinden kaynaklı olarak hatalı veya eksik teşhis veya tedavide bulunması, gerekli dikkat ve özeni göstermemesi veya yükümlü olduğu tedaviden kaçınması eylemleri” tıbbi hata olarak kabul edileceği ifadelerine yer verilmiştir.
Tıbbi malpraktise ilişkin mevzuatımızdaki düzenlemelere ise “HMEK”da ve “Tıbbi Hizmetlerin Kötü Uygulanmasından Doğan Sorumluluk Kanun Tasarısı’nda” rastlanmaktadır. “TTB Hekimlik Meslek Etik Kuralları m.13’e göre malpraktis (tıbbi hata), “Bilgisizlik, deneyimsizlik ya da ilgisizlik nedeni ile bir hastanın zarar görmesi hekimliğin kötü uygulanması” anlamına gelmektedir.
Tanımlardan da anlaşılacağı üzere tıbbi malpraktis, salt hekim kusurundan kaynaklı olarak ortaya çıkmamaktadır. Malpraktis hekimin kişisel kusurunun yanı sıra olumsuz çalışma koşulları, kullanılan tıbbi cihazların ve/veya ekibin yetersizliği gibi birçok etkene bağlı olarak da ortaya çıkabilmektedir. Dolayısıyla malpraktis söz konusu olduğu zaman kusur tespitinde bu faktörlerin de göz önünde bulundurulması oldukça önemlidir. Hekimin veya diğer sağlık personellerinin hangi eylemlerinin kusurlu kabul edileceğinin tespitinde mevzuatta yer alan birtakım düzenlemeler önem arz etmektedir.
Tıbbi Standart Noksanlığı: Malpraktis, esasında tıbbi standart noksanlığına dayanmaktadır. Tıbbi standart kavramı öğretide: “Hekimin tedavi amacına ulaşması için gerekli olan ve denenerek ispatlanmış bulunan, hekim tecrübesi ve doğa bilimlerinin o an ki ulaştığı düzey” olarak tanımlanmaktadır. Tıbbi müdahalenin, tıbbi standartlara uygun icra edilmediğinin tespitinde, müdahaleyi gerçekleştiren sağlık çalışanının ihmal veya tedbirsizliği var olmalıdır. Tıbbi kurallara ve standartlara uygun biçimde icra edilen tıbbi müdahale beklenen iyi sonucu vermese dahi hekimin sorumluluğu oluşmaz.
Malpraktis Ortaya Çıktığı Haller: Malpraktisin tedavi öncesinde, tedavi esnasında ve tedavi sonrasında ortaya çıkabilir dolayısıyla hem ortaya çıkış zamanları hem de hataların çeşitliliği sebebi ile tıbbi hatalar;
- Teşhis hatası; Hasta üzerinde yapılan birtakım tetkik ve muayeneler neticesinde hastalığın tanımlanması işlemidir. Hastanın öyküsünün alınması ve muayene edilmesinden sonra tetkiklerin sonucunda elde edilen bulguların değerlendirilmesi suretiyle kişideki hastalığın tespiti işlemi şeklinde özetlenebilir. Hekimin hastanın öyküsünü alması, hastayı muayene etmesi devamında yaptırılmasını uygun bulduğu tahlil, tetkik vs. bulgularını doğru bir şekilde değerlendirerek tanı koyması ve tanıya uygun tedavi seçeneklerinden hasta için en makul olanını seçip uygulaması birbiriyle son derece bağlantılı aşamalardır. (Hekimin öykü alma esnasındaki özensizliği sebebiyle tedavi yönteminin yanlış seçilmesi, tedavinin hiç yapılmaması veya yanlış yapılması, vb.)
- Tedavi ve tedavi sonrası hata; Hekimin tıbbi müdahale ile ilgili mutlak başarı garantisi vermesi mümkün değil. Tedavi kusuru; uzman hekim standardına aykırı olan, tıp biliminin verilerine göre gereken özenin gösterilmediği her türlü tıbbi müdahaleyi ifade etmektedir. Hekimden beklenen özen yükümlülüğü tedavinin yalnızca teşhis ve tedavi aşamalarında değil tedavi sonrası süreçte de geçerlidir. Hekimin tedavi sonrası ilk yükümlülüğü hastaya tedavi sonrasına ilişkin öneri ve uyarılarda bulunmaktır. (Tedavi sonrası kanamanın durmamasına rağmen taburcu etme işlemlerinin gerçekleştirilmesinin hekimin kusuru kapsamında değerlendirilmesi, vb.)
- Tedavi hizmetinin organizasyonuna ilişkin hata; Sağlık Kurumu’nun büyüklüğüne göre hangi kriterlerde tıbbi hizmet vereceği hükümlerle düzenlenmiştir. Örneğin yeterli sayıda sağlık çalışanının olmaması tıbbi hatalara sebebiyet verebilecektir. Hastane işletmesi bakımından kurumsal anlamda hukuki sorumluluğa yol açan özen yükümlülüğü ihlalidir. (Hastanede hastalara verilen besinlerin bozuk olması sebebiyle zehirlenme vakaları, vb.) Yargıtay bir kararında “kalp masaj aletinin ameliyat yerinde bulunmadığını ve sonradan getirildiğini, narkoz ve anestezi uzmanın ameliyat sırasında hazır bulunmamasını organizasyon hatası olarak kabul etmiştir.” Bu hususta devlet hastaneleri ve özel hastaneler yönünden ayrıma gidilmektedir;
- Devlet hastanesinde tam teşekküllü yoğun bakım ünitesi, bilgisayarlı tomografi gibi bölümlerin bulunmaması sebebiyle hastanın vefat ettiği bir durumda buna dayanarak açılan bir davanın reddi mümkündür fakat burada sorumluluğun söz konusu üniteler bulunmaksızın tedavinin üstlenilmesinden kaynaklandığı savunulabilir. Ayrıca, DMK m.13’e göre kişiler kamu hukukuna tabi görevlerle ilgili olarak uğradıkları zararlardan dolayı bu görevleri yerine getiren personel aleyhine değil, ilgili kurum aleyhine dava açarlar.
- Özel hastaneler bakımından ise devlet denetiminde oluşturulmaları, hasta üzerinde güven meydana getirmeleri ve fiyat tarifelerinin hastane yönetimi olarak tek taraflı belirlenmesi gibi sebeplerden daha yüksek özen beklentisinden bahsedilebileceğinden özel hastane işleticisinin ekonomik imkansızlıkları ileri sürerek organizasyon kusurundan kaynaklanan sorumluluktan kaçınması mümkün olmamalıdır. Hekim ile hasta arasında da doğrudan bir sözleşme bulunmadığından ve hekim özel sağlık kuruluşunun ifa yardımcısı konumunda olduğundan hekimin hukuki sorumluluğu bu kapsamda değerlendirilecek ve TBK m.116 anlamında ifa yardımcısının sorumluluğu hükümlerine gidilebilecektir.
- Hekimin tedaviden kaçınması veya tedaviyi geciktirmesi; Hekimlerin hukuken tıbbi yardım yükümlülüğü bulunduğu halde tıbbi müdahalede bulunmaması ya da geç bulunması tedavi hatası olarak kabul edilmektedir. Bu halde hekimin sözleşmeye aykırılık veya haksız fiil kapsamında sorumluluğu söz konusu olacağı gibi ceza hukuku kapsamında hekimin davranışının türüne göre kasta veya taksire dayalı sorumluluğu da gündeme gelebilir.
Serbest Çalışan Hekimin Hukuki Sorumluluğu: Serbest çalışan hekimin tıbbi müdahaleden kaynaklanan zararlar bakımından hukuki sorumluluğunu doğuran değişik sorumluluk olguları mevcuttur. Bunlar, sözleşme öncesi görüşmelerden doğan sorumluluk (Culpa in contrahendo), haksız fiil, vekâletsiz iş görme ve sözleşme sorumluluğudur. Culpa in contrahendo’dan kaynaklanan sorumluluğun hekimlik sözleşmesine yansıması hekimin sözleşme görüşmeleri öncesinde hekimin hastasını uzmanlık alanına girmeyen bir durumda teşhis veya tedaviyi gerçekleştirecekmiş gibi davranarak onu oyalaması, gerekli olmadığı halde bir tıbbi müdahaleyi gerçekleştirmek adına hastasına onun sağlık durumuyla ilgili yanıltıcı bilgiler sunması, ya da tıbbi müdahale gerekmesine rağmen gerekmediğini söyleyerek hastasını yanıltması gösterilebilir.
Malpraktis ve Komplikasyon Ayrımı: Malpraktis ve komplikasyon arasında ince bir çizgi vardır. Komplikasyon, gerekli tüm önlemlerin alınmasına rağmen tıbbi girişim sırasında öngörülmeyen, öngörülse bile önlenemeyen durum, istenmeyen sonuçtur; ancak bunun bilgi ve beceri eksikliği sonucu olmaması gerekir. O halde, tıbbi müdahale sırasında meydana gelen zararın bilgi, beceri veya dikkat yoksunluğu ile ilişkilendirilemeyen haller komplikasyon; özen yükümlülüğünü ihlal çerçevesinde değerlendirilebilen haller ise tıbbi hata şeklinde ifade edilebilir. Ancak, komplikasyon yönetimi, komplikasyon sonrasında hastanın zararını azaltmaya yönelik gerçekleştirilen davranışlar olarak ve önlem alınmayan, fark edilmeyen, doğru yönetilemeyen yahut tekrarlayan komplikasyonların malpraktise dönüşmesi mümkündür. Yargıtay bir kararında YSŞ raporunda hekimin komplikasyonu zamanında fark edememesi özen yükümlülüğünün ihlali kapsamında değerlendirilmiş ve komplikasyon yönetiminin eksik olduğu sonucuna varılmıştır. Yine bir başka kararında komplikasyon yönetiminin doğru bir şekilde yapılmasının hekimin sorumluluğunda olduğuna vurgu yapmıştır.
Tıbbi müdahale sonucu meydana gelen her olumsuz netice malpraktis olarak değerlendirilmemelidir. Hekim her ne kadar tıp biliminin gereklerine uygun ve hatasız biçimde tıbbi müdahaleyi gerçekleştirmiş olsa da tıbbi müdahale neticesinde meydana gelen komplikasyon bakımından hastayı daha önce aydınlatmamış, bilgilendirmemişse hekimin sorumluluğu söz konusu olacaktır. Hekimin vuku bulma ihtimali bulunan komplikasyonlar bakımından hastayı aydınlatıp onayını alabilmesi için komplikasyon ihtimallerini öngörebilmesi gerekmektedir. Bir tıbbi vakıada normal şartlar altında “hekimin … hususlarına dikkat ederek vuku bulan neticeyi öngörebilirdi” ise hekim öngöremediği komplikasyon bakımından kusurlu kabul edilecektir. Komplikasyon tespitinde normal şartlar altında normal bir hekimin göstermesi gereken dikkat ve özen esas alınmaktadır.
Tazminat Sorumluluğu: Temel ayrım, hasta ile hekim arasında sözleşme ilişkisinin olup olmadığıdır. Hekim-hasta arasında sözleşmesel bir ilişkinin söz konusu olmadığı ve vekaletsiz iş görme hükümlerinin de uygulanamadığı durumlarda kural olarak hekimin haksız fiil sorumluluğu söz konusudur. TBK m.49’da düzenlenen haksız fiil hükümleri uyarınca kusuru veya hukuka aykırı bir eylemi ile kişiye zarar veren hekim, meydana gelen zararı gidermekle yükümlüdür. Hekimin kusuruyla gerçekleştirdiği tıbbi müdahale hatası sonucu zarar meydana geldiğinde, hukuka aykırılık ve zararlı sonuç ile hekim müdahalesi arasında illiyet bağı da bulunduğunda hekimin tazminat sorumluluğu gündeme gelecektir. Yargıtay, hekimin özel hastanede hizmet sözleşmesi ile çalıştığı halde veya hekimin kamu kurumlarında çalıştığı hallerde; hekimle hasta arasında sözleşme ilişkisinin mevcut olmadığı dolayısıyla bu hallerde de hekimin haksız fiil sorumluluğunun söz konusu olduğunu belirtmektedir.
“Akciğer kanseri rahatsızlığı ilk grafinin çekildiği anda bellidir. 1-1,5 cm. lik kitle, 7,5 ay içerisinde yaklaşık 5 katına çıktıktan sonra konulan doğru teşhisle kendisine özgü tedaviye ulaşabilmiştir. Bu süreç zarfında hastalıktan haberdar olmayan kişinin ilk anda teşhisin konulabilir olduğunu öğrenmesi, bilhassa konu zaman kaybına tahammülü olmayan sağlık ise, ciddi travma yaratacak mahiyettedir. Yukarıdaki açıklamalarda belirtildiği üzere vekil neticeyi garanti edemese de bu yolda sarf ettiği çabalarındaki en hafif kusurundan dahi sorumludur. Mahkemece bu ilkeler ışığında oluşa uygun ve makul miktarda takdir olunacak manevi tazminat isteminin kabulüne karar verilmesine gerektiğine” hükmetmiştir. Danıştayın bir başka kararında ise kan verdikten sonra doğrulama testi yapılmadan AIDS tanısı konulan kişi için manevi tazminat kararını onamıştır.
Hekimin Tazminat Sorumluluğunun Koşulları: Hekimlerin sorumluluğu; haksız fiil, sözleşmeye aykırılık ve vekaletsiz iş görme başlıkları altında değerlendirilmektedir. Hekimin hukuki sorumluluğu bakımından ise; hukuka aykırılık, kusur, zarar ve illiyet bağı şeklinde olmak üzere dört temel unsur söz konusudur.
İspat yükü: Yargıtay bir kararında: “Aydınlatılmış onamda ise ispat külfeti hekim ya da hastanededir. Aydınlatma yükümlülüğünün asıl olarak hekimin üzerinde olduğunun kabulü gerekir.” şeklinde aydınlatılmış onamda ispat külfetinin hekim veya hastanede olduğu belirtilmiştir.
Zamanaşımı: TBK m.72’de haksız fiil zamanaşımı süresi iki ve on yıllık kısa ve uzun süreler ile olağanüstü nitelikteki ceza zamanaşımı süresi olmak üzere üç grupta düzenlenmiştir. İki yıllık sürenin başlangıcını zarar görenin zararı ve tazminat yükümlüsünü öğrendiği tarih oluşturur. On yıllık sürenin başlangıcını ise zarar verici fiilin gerçekleştiği tarih oluşturur. Bazı hallerde hekimin hukuki sorumluluğuna sebep olan tıbbi uygulama hatası aynı zamanda suç teşkil edebilir. Bu hallerde ceza kanunları daha uzun bir zamanaşımı süresi öngörmüşse tazminat davası da o süre boyunca devam edecektir. Vekalet sözleşmesi için zamanaşımı süresi TBK m.147 uyarınca 5 yıl olarak öngörülmüştür.
Görevli ve Yetkili Mahkeme: Vekalet ve eser sözleşmeleri tüketici işlemlerinden sayılmaktadır. Dolayısıyla hekim ile hasta arasındaki tedavi sözleşmesinden kaynaklanan uyuşmazlıklar tüketici mahkemelerinde çözüme kavuşturulmaktadır. Fakat, kamu hastanelerinde çalışan hekimler ve yine kamu hastanelerine yöneltilecek uyuşmazlıklar bakımından idari yargı görevlidir. Hekimin hukuki sorumluluğunun eser yahut vekalet ilişkisine dayandırılmaksızın haksız fiil ya da vekaletsiz iş görme kapsamında değerlendirilmesi halinde ise görevli mahkeme tüketici mahkemeleri değil genel görevli mahkeme olan asliye hukuk mahkemeleri olacaktır. Malpraktis nedeniyle açılacak tüm maddi ve manevi tazminat davalarına bakmaya genel yetkili mahkeme ise davalı gerçek veya tüzel kişinin davanın açıldığı tarihteki yerleşim yeri mahkemesidir. Davalı birden fazla ise dava, bunlardan birinin yerleşim yeri mahkemesinde açılabilir.
Kaynakça:
- 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası
- 6098 Sayılı TBK
- 6100 Sayılı HMK
- 657 Sayılı Devlet Memurları Kanunu
- Hasta Hakları Yönetmeliği
- Yataklı Tedavi Kurumları İşletme Yönetmeliği
- Hekimlik Meslek Etiği Kuralları
- YAZICI, Mustafa Fahreddin, Malpraktis ve Tazminat Sorumluluğu
- AKTAŞ, Hatice Nur, Tıbbi Malpraktiste Sorumluluk ve Komplikasyon
- DEMİR KÜRECİ, Hatice, Yargı Kararlarında Etik Malpraktisler
- Yargıtay Kararları
- Danıştay Kararları
“Hukuki konularda hak kaybına uğramamak için avukatınızdan destek almanızı tavsiye ederiz.”
Bu makale, makalenin yazım tarihi itibarıyla yürürlükte olan mevzuat dikkate alınarak Av. Arb. Erol Aslan tarafından hazırlanmıştır. Her olaydaki maddi vakalar ve özellikleri ile bunların uygulama ve sonuçları farklı olacağından, bu makale yalnızca bilgilendirme amaçlı olarak hazırlanmış olup, bir hukuki görüş veya öneri teşkil etmez ve bu şekilde yorumlanamaz.